Gürpınar İlçesi Tarihi ve Kültür Varlıkları – Van
Gürpınar
Van’ın en verimli ovalarından biri Gürpınar ovasıdır. ilçe 4.063 kilometre büyüklüğündeki alanıyla Van’ın ve hatta Türkiye’nin en büyük ilçesi durumundadır. 2015 yılı nüfus sayımı verilerine göre ilçede 36.858 kişi yaşamakta, ilçe sınırları içinde ilçe merkezi dışında, 79 mahalle yer almaktadır. Gürpınar’ın il merkezine uzaklığı 22 kilometredir. Van Gölü’nden Zap Suyu vadisine ve buradan İran ve Irak’a giden tarihsel yol günümüzde halen Gürpınar ovasından geçmektedir. Bu yol üzerinde kurulu olan güçlü Çavuştepe ve Hoşap kaleleri bu yolun tarihsel önemini göstermektedir.
Xavesor (Khavesor) ovasında yapılan arkeolojik araştırmalar burada İ.Ö. IV. binyıldan itibaren yerleşildiğini kanıtlamıştır. Van’ın ilk yerleşmelerinden biri olan Êremêr Höyüğü ilçe merkezinin birkaç kilometre doğusunda yer almaktadır. İlçe merkezinin güneyindeki dağlarda yer alan Tirşin Yaylası’nda saptanan kaya resimlerinin ve Hoşap’ın (Güzelsu) güneyindeki Put Köyü Mağara resimlerinin ne kadar eski oldukları tam olarak bilinmemektedir.
Ortaçağ ve sonrasında da önemini koruyan Gürpınar İlçesi, İslam ve Hıristiyan kültür ve medeniyeti yerleşme ve yapılarıyla da dikkat çekmektedir. 1936 yılında Gürpınar, bugünkü merkez ilçe kurulmuş ve kısa bir süre sonra Kırkgeçit (Kasrik) köyüne taşınmıştır. 1954 yılında yeniden eski yerine dönmüş ve günümüzde de gelişimini sürdürmektedir.
Gürpınar adı ilçenin 3 km güneydeki Faki Musa tepesinin altındaki bol ve berrak suyu olan pınardan almaktadır. Bu kaynak Gürpınar ilçe merkezi ve mahallelerinin, Gevaş’ın, Edremit’in ve Van il merkezinin içme suyu gereksinimini karşılamaktadır. Büyüklüğü 190 km2 olan Havasor (Xavesor) ovası doğusundaki Zernek Boğazı ile 180 km2 büyüklüğündeki Güzelsu ovasından ayrılır. Her iki ova da sulak ve verimlidir. Boğazda kurulan Zernek Barajı 1991 yılında inşa edilmiştir.
GÜRPINAR’IN TARİHÇESİ
1. Tarih Öncesi ve İlkçağlarda Gürpınar Tarihi
Hoşap ve çevresinin geçmişi tarih öncesi devirlere kadar inmektedir. 20 km. güneyinde bulunan M.Ö. 15000-8000 (?) yıllarında yapıldığı sanılan Yedisalkım (Put) Köyü Kızların mağarası resimleri, bunu doğrulayan en önemli bulgulardır. Bu mağara resimleri bölgenin tarih öncesi kültürünü aydınlatması açısından önem taşımaktadır. Hoşap’ı da içine alan Van Bölgesi Neolitik yerleşmeleri hakkındaki bilgiler yetersizdir. Fakat kalkolitik devirden itibaren kesintisiz devam eden bir kültürün mevcudiyetini Van Tilkitepe Höyüğü, Dilkaya Höyüğü, Ernis Mezarlığı arkeolojik kazılarında elde edilen bulgular göstermektedir.
Doğu Anadolu Batı İran, Kafkasya ve Filistin’e kadar geniş bir coğrafi sahaya yayılan Hurriler, M.Ö. IV. binin ortalarından itibaren varlık göstermişlerdir. Bunların oluşturduğu kültür “Erken Hurri Kültürü” veya “Erken Transkafkasya Kültürü” olarak adlandırılmaktadır. Van Dilkaya Höyüğü’nden elde edilen arkeolojik veriler, M.Ö. III. binden itibaren bu kültürün Van Gölü Havzasında da etkili olduğunu ortaya koymaktadır.
Hurriler, M.Ö. II. binin başlarında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini içine alan, Hurri Mitanni Krallığı adıyla bir devlet kurmuşlardır. Bu sırada Orta Anadolu’da Hitit Krallığı bulunmaktaydı. M.Ö. XIV. yüzyıl ortalarında Mitanni Krallığının Hititler tarafından yıkılmasıyla Van bölgesinde yeniden Feodal beylikler oluşmuştur. M.Ö. XIII. yüzyıl başlarından itibaren çivi yazılı Asur kaynaklarında “Uriatri” ve “Nairi” adlarındaki bu beyliklerden bahsedilmektedir. M.Ö. IX. yüzyılda bu Uriatri ve Nairi Beylikleri Asur saldırıları karşısında birleşerek Urartu Krallığını kurmuşlardır. Tuşba (Van) Merkez olmak üzere Urartu Krallığı, ikiyüz yıl boyunca devam eden yükselişi ile Doğu Anadolu’nun ve Batı
Asya’nın en güçlü devleti haline gelmiştir. Urartu devleti’nin sınırları doğuda Urmiye Gölü ve Kuzey-batı İran’a; kuzeyde Kafkaslar’a batıda Fırat nehrine ve güney’de Suriye’ye kadar genişlemiştir.
Van Gölü Havzası içerisinde Urartu Devletine ait birçok yerleşme yeri ve kale bulunmaktadır. Urartu Krallığı’nın kurucusu Sardur I. tarafından yaptırılan Tuşba (Van), Toprakkale, Çavuştepe, Anzaf ve Ayanıs Kaleleri bunların en önemlilerindendir. Bu kaleler kadar önemli bir yapıya sahip olmasa da Hoşap Kalesi’nin de Urartular zamanında güneydoğuya açılan Tuşba-Kelişin ordu yolu üzerinde askeri bir tesis olarak kurulduğu kabul edilmektedir. Hoşap’ta kurulan tesis, Van’dan başlayan Gürpınar ovasını takiple Çavuştepe kalesi önlerine gelen ve Hoşap suyu vadisinde devam eden yolun güvenliğini sağlamaktadır. Ayrıca Hoşap, Urartu’nun Van Kotur doğu yolu ile bu güneydoğu ordu yolunun birleştiği kavşak noktasında bulunmaktadır.
Asurlular’ın güneyden yaptıkları saldırılar sonucu M. Ö. VII. yüzyıl ortalarında Urartu Devleti’nin gücü zayıflamış; M.Ö. VII. yüzyıl ile M.Ö. VI. yüzyıl başlarında İskit ve Med akınları sonucunda yıkılmıştır. Urartu Devleti yıkıldıktan sonra M.Ö. VI. yüzyıl başlarında bölge Medler’in egemenliğine girmiştir. Medler’in egemen oldukları sırada Ermeniler batıdan göç ederek Van Gölü havzasına yerleşmeye başlamışlardır. Van ve çevresi M.Ö. 529 yılından itibaren Persler’in egemenliğindedir. Pers Kralı Darius I, (M.Ö. 521-486) zamanında oluşturulan örgütlenmede Van Bölgesi “Armenia” adındaki 13. satraplık içerisinde yer almıştır.
Persler’in M.Ö. 331 yılında Mekadonyalı İskender’e yenilmesi üzerine bölge, Büyük İskender’in egemenliğine girmiştir. Bunu Selevkid, Roma, Part, Bizans ve Sasani hakimiyetleri takip etmektedir. Bu devletlerin hakimiyeti sırasında buralarda yaşayan Ermeniler vasal veya yarı bağımsız olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.
2. Ortaçağda Gürpınar Tarihi
Doğu Anadolu Bölgesi’ne, Hz.Osman’ın halifeliği zamanında müslümanlar, Habib b. Mesleme komutasında birçok akınlar düzenlemişlerdir. Daha sonra Emeviler bu bölgeyi fethederek, “Ermeniye” eyaleti adıyla yönetmişlerdir. Bu eyaletin dahili idaresi Ermeni prenslerinin elinde bulunmaktadır. Emevi Halifeleri tarafından tayin edilen valiler ancak eyaletin merkeze bağlılığını sağlamış ve vergilerin toplanmasıyla meşgul olabilmişlerdir.
Ermeniye’de yer alan Vaspurakan İslâm hakimiyetine tam olarak Abbasiler devrinde girmiştir. Vaspurakan Prensliği’nin başında bulunan Andrusi prensleri, Halife’ye tabi olarak bazen bağımsız, bazen de yarı bağımsız şekilde bu bölgeyi yönetmişlerdir. Ermeniye Eyaleti’nin en büyüğü olan Vaspurakan şehirleri arasında Maku, Tebriz, Van, Bargiri, Erciş ve Hakkari ile beraber Hoşap’ta bulunmaktadır.
Vaspurakan’a 1018 yılında Çağrı Bey üç bin kişilik bir orduyla girerek istila etmiştir. Çağrı Bey’in düzenlediği bu akın ile beliren Türk tehlikesi karşısında Vaspurakan Prensi ve Ardsrani soyunun son hükümdarı Senekherim 1021 yılında ülkesini Bizans İmparator’u II. Basil’e bırakmıştır. Bizanslılar, 1022 yılında bir “katapanolluk” kurdukları Vaspurakan bölgesinin Ostan (Gevaş), Kengever, Büyük Albak (Başkale) ve Hoşap kalelerine asker yerleştirmişlerdir.
Bölgedeki Bizans hakimiyeti sürekli Türk akınları ile sarsılmış, Van ve çevresi 1064 yılında Sultan Alpaslan’ın oğlu Melikşah tarafından birçok kale ve şehirlerle birlikte fethedilmiştir.
Selçuklular’ın 1243 senesinde Kösedağ Savaşı’nda Moğollar’a mağlup olmaları üzerine birçok Selçuklu Şehri Moğol orduları tarafından tahrip ve istila edilmiştir. Bundan sonra Anadolu Selçuklu Devlet Yönetimi tamamıyla Moğol hakimiyeti altına düşmüştür. Moğollar
islâmiyeti kabul ettikten sonra İran’da İlhanlı Hanlığı’nı kurmuşlar ve Van Gölü kuzeyindeki Aladağ’ı kendilerine yazlık merkez yapmışlardır.
Doğu Anadolu Bölgesi İlhanlı idaresine bağlı iki eyalete ayrılmış, bunlardan birisi merkezi Musul olan Diyarbakır eyaleti diğeri de merkezi Ahlat olan Van Eyaleti’dir. Van Eyaleti, Vilayet-i Ermen olarak da adlandırılmakta ve şehirleri arasında Erciş, Aladağ, Bargiri, Hoşap, Malazgirt, Van ve Vastan önemli bir yer tutmaktadır. Hatta İlhanlı devrinde Hamdullah Müstevfi’nin Nüzhet’ül Kulüb adlı eserinde “Ahlat Şehri’nin vergisinin 50.500 dinar, Erciş’in 8.000 dinar, Hoşap’ın 1.000 dinar, Vastan’ın 53.400 dinar ve Van’ın ise bir kale olduğu”ndan bahsedilmektedir. Bu bilgilerden İlhanlı döneminde Hoşap’ın küçük bir yerleşim birimi olduğu anlaşılmaktadır.
İlhanlı Hanlığı’nın zayıflamasıyla XIV. yüzyıl ortalarında Karakoyunlu Türkmenleri, Van bölgesine hakim olmuşlardır. Bu sırada Van, Vastan, Hoşap ve Hakkari’nin idaresi Karakoyunlulara bağlı Melik İzzettin Şir Bey’in elindedir. Aynı zamanda Timur, Karakoyunlu topraklarına düzenlediği 1387 yılındaki seferde Van’ı zaptetmiştir. Timur’a bağlılığını bildiren İzzeddin Şir tekrar Van ve çevresinin yöneticisi olarak bırakılmıştır.
Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf, Timur’un Anadolu seferinden sonra 1406 yılında ülkesine dönmüş ve Van Gölü’nden Tebriz’e kadar olan topraklarda hakimiyeti tekrar sağlamıştır. Bu arada Kara Yusuf, Azerbaycan’da kendisine katılan Şeyh Mahmut ve aşiretini Hoşap’a yerleştirmiştir. Mahmudiler olarak adlandırılan bu aşiret, Karakoyunlular’a bağlı Kürt aşiretleri arasında yer almaktadır. Mahmudiler, Hoşap’ta “Mahmudi Beyliği” veya “Mahmudi Hükümeti” adı verilen bir beylik kurmuşlardır. Bu beylik, sırasıyla Karakoyunlu, Akkoyunlu, Safevi ve Osmanlı Devletleri’ne tabi olarak Hoşap ve çevresini yönetmiştir.
Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Karakoyunlu Cihanşah’ı, 1467’de bir baskınla öldürmesinden sonra Karakoyunlu toprakları Akkoyunlular’ın eline geçmiştir. Akkoyunlu hakimiyeti sırasında Mahmudi Beyi Mir Hüseyin Hoşap’ı yönetmektedir. Akkoyunlu Türkmenleri’nin desteğini alan Mir Hüseyin Hakkari Beyliği’nin elindeki Albak (Başkale) ve Şenbu nahiyelerini topraklarına katmıştır. Bunun neticesinde Hakkari Beyi II.İzzettin Şir, Bitlis Beyi’nin de yardımlarıyla Mahmudilerin üzerine yürümüştür. Meydana gelen savaşta Mir Hüseyin öldürülmüş, yerine oğlu Mir Hamid Mahmudi Beyliği’nin başına geçmiştir. Bu da Safevi Şah İsmail’e tabi olmuştur.
Erdebil Şeyhi’nin oğlu sıfatıyla Safevi tarikatının postuna geçen ve daha sonra Şah unvanı alan Şeyh İsmail Safevi, birçok Türkmen boy ve oymaklarından topladığı kuvvetlerle, 1503 yılında Akkoyunlu Hükümdarı Sultan Murat’la tutuştuğu muhaberede onu yenerek Akkoyunlu devletini ortadan kaldırmıştır. Şah İsmail Tebriz’de Safevi Devletini kurduktan sonra bütün Akkoyunlu topraklarını eline geçirmiştir. Bu arada Van Havzası da Safevi devletinin hakimiyetine girmiş, Van Gölü’nün dağlık ve sarf çevresinde bulunan Bitlis, Hakkari, Mahmudi, Hizan ve diğer aşiretlerin beyleri Şah İsmail’e bağlılıklarını bildirmişlerdir.
Şah İsmail’in Doğu Anadolu’da güçlenmeye başlaması ve Şiilik hareketleri, Yavuz Sultan Selim’in İran üzerine sefere çıkmasına neden olmuştur. 1514 yılında Çaldıran Zaferi ile Şah İsmail’in Doğu Anadolu’daki dini ve siyasi emellerine son verilmiştir. Doğu Anadolu’da birçok şehir ve aşiret İdrisi Bitlisi’nin de gayretleriyle Osmanlı’ya katılmıştır. Fakat Van yöresinde Osmanlı tam hakimiyet sağlayamamış, özellikle Mahmudi Beyleri Şah İsmail’e daha sonra da Şah Tahmasp’a bağlılıklarını devam ettirmişlerdir.
Bu sırada Mahmudi Beyliği’nin başında Mir Hamid’in oğlu Ivaz Bey bulunmaktadır. Hoşap’ın hakimi olan Ivaz Bey’in 1532 yılında ölümünden sonra kardeşi Emire Bey Şah Tahmasp tarafından Mahmudi Beyliği’nin yönetimine getirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın 1533 yılındaki I. İran Seferi sırasında Emire Beyi idam ettirmesi üzerine Şah, Ivaz Bey’in oğlu Şah Ali Bey’i;daha sonra da Safevi komutanlarından Deli Piri’yi Mahmudi Beyliği’nin başına getirmiştir. Deli Piri’nin Ivaz Bey’in oğlu Hamza Bey tarafından
öldürülmesiyle Mahmudi aşireti toprakları Dunbili Hacı Bey’e verilmiştir. Mahmudi toprakları ve Hoşap Dunbili Hacı Bey’in elinde iken Mahmudi Beyliği ailesinden Han Mehmet yönetimi tekrar ele geçirmiş ve Osmanlı Devleti’ne tabi olmuştur. Han Mehmed’in Osmanlı’ya tabi olmasından sonra 1537 yılında Safevi Şah Tahmasp, Ivaz Bey’in diğer oğlu Hasan Bey’i Mahmudi Beyliği’nin başına getirmiştir.
Van ve çevresi ile birlikte, Hasan Bey’in yönetimindeki Hoşap ve Mahmudi Beyliği toprakları 1548 yılında kesin olarak Osmanlı Devleti’ne katılmıştır. II. İran Seferi’nde Kanuni Sultan Süleyman’a tabi olan Hasan Bey’in Osmanlının hizmetinde bulunması üzerine Mahmudi toprakları tekrar kendisine Ocaklık ve Yurtluk olarak verilmiştir.
Hoşap, Osmanlı idaresinde Mahmudi Hükümeti’nin merkezi olmuştur. Dahili yönetimi yine ırsî olarak Hasan Bey’den itibaren Mahmudi Beyleri’nin elindedir. Mahmudi veya Nahiye-i Hoşap XVI. yüzyıl ortalarında Osmanlı’nın Anadolu sancakları arasında yer almaktadır. Mahmudi Sancağı’nın yönetiminde 1585 yılına kadar Hasan Bey kalmıştır. Hasan Bey, Mahmudi aşireti ile birlikte Osmanlı’nın yanında Osmanlı-İran savaşlarına katılmış, başarılarından dolayı padişahlar tarafından birçok taktir ve iltifatlara mazhar olmuştur. Aynı zamanda Hasan Bey, Yezidi olan Mahmudi aşiretinin sünni-şafii mezhebine girmelerini sağlamıştır. bunu gerçekleştirebilmek için Hoşap’ta medrese, cami gibi müesseseler kurmuştur.
Mahmudi Hasan Bey, III. Murat zamanında da İran üzerine akın ve taarruzlarına devam etmiştir. Hasan Bey, 1585 yılında İranlılar’ın eline geçen Tebriz’in alınması sırasında Safeviler’le meydana gelen savaşta şehit düşmüştür. Tebriz Beylerbeyi Cafer Paşa’nında yardımlarıyla cesedi Tebriz’den alınarak Beyliğin merkezi olan Hoşap’a getirilmiş ve kendi yaptırmış olduğu medreseye gömülmüştür. Hasan Bey’in şehid düşerek ölmesi üzerine Hoşap’ın yönetimine oğlu Şir Bey geçmiştir. Osmanlı-İran ilişkileri 1594 yılında yeniden bozulduğu için diğer beylerle birlikte Şir Bey’e III. Murat tarafından yazılmış hükmü şerif bulunmaktadır. Şir Bey hakkında Şerefname’de “Sofi meşrepli, çoğu zaman ulema ve fuzelanın sohbetinde bulunan, sofi şeyhlerini hizmet eden” bir kişi olarak bahsedilmektedir.
Şerefname’nin yazılma tarihi olan 1597’den sonra Mahmudi Beyleri hakkında bilgiler kısıtlı olarak Osmanlı kaynaklarından öğrenilmektedir. Bunlardan 1632 yılına ait Osmanlı idari teşkilatını gösteren bir defterde Van Eyaleti’ne bağlı Mahmudi Hükümeti’nin yöneticisi olarak Celali Zeynel Paşa; Keşap (Hoşap) hakimi olarak da Zeynel Bey Mahmudi ismi zikredilmektedir. 1640 tarihli Yazma Van Tarihi adlı eserde 1632 senesinde Yeniçeri neferliğinden kethüdalığa kadar yükselen Tilki Murat denen şahıs görevinden uzaklaştırılınca Mahmudi Hakimi Zeynel Bey’den destek görerek başına topladığı elli kadar çapulcu ile Van Kalesi’ne girmiş ve çıkan çatışmada yakalanarak kazığa vurulmuştur. Bu konuda IV. Murat tarafından Mahmudi Zeynel Beye yazılmış musalaha (anlaşma) hükmü bulunmaktadır. Bu hükümde özetle Zeynel Bey’in ve Mahmudiler’in devlete sadakatleri övülmüş, İran’a karış ehli sünnet olarak yıllarca devletle birlikte yapılan mücadeleler dile getirilmiş, bu çeşit basit hadiseler kınanarak, Mahmudi aşireti ile Van Beylerbeyliği arasındaki husumetin giderilmesi istenmiştir.
Hoşap hakimi olarak Zeynel Bey’den sonra Süleyman Bey bulunmaktadır. Süleyman Bey 1643 yılında Hoşap Kalesi’ni yaptırmıştır. Kale kapısı üzerinde kendi adını taşıyan kitabesi vardır.
Evliya Çelebi XVII. yüzyıl ortalarında Hoşap Kalesi ve Mahmudi hükümetinden bahsetmektedir. Mahmudi hükümeti hakkında;”Bunlar Van’ın doğu tarafındaki dağlar arasında otururlar. Acem toprakları ile aralarında sadece Çuh Gediği Dağı vardır. Arkalarında Acemler’in Kotur Kalesi bulunur. Bunların hepsi altıbin kılıçlı askerdir. Kürdistan’da buranın süvarisi gibi yiğit ve namlı süvari yoktur. Defalarca Silmas, Çorus ve Rumiye sahralarında Şah askerlerine karşı koyup, zafer kazanmışlardır. Beyleri Hoşap Kalesi’nde oturur. İbrahim
Bey adında bir tuvana babayiğittir ki birçok defa cenk ateşine girip çıkmıştır. Bu Mahmudiler, 120 aşiret beylerini sayarlar ki hepsi İbrahim Bey’den yolluk ve donluk alırlar. Bunların toprağında has haraç, tımar ve zemaat vardır. Bunların kıble tarafı Hakkari diyarıdır.” demektedir.
Evliya Çelebi’den 1650 senesinde Hoşap Hakimi olarak Mahmudi İbrahim Bey’in bulunduğu öğrenilmektedir. İbrahim Bey’den sonra Hoşap’ın hakimi Evliya Bey’dir. Hoşap’ta yaptırdığı 1671 tarihli köprünün kitabesinde adı geçmektedir. Hoşap’ta köprü ve medrese yaptıran Zeynel Bey’in oğlu Evliya Bey’den sonra Mahmudi Beyleri ve aşireti hakkında bilgiler mevcut değildir.
Hoşap, XVIII. yüzyıl boyunca ve XIX. yüzyıl başlarında Van Eyaleti sınırları içindeki Mahmudi Hükümeti’nin merkezidir. Yine 1831 yılı Osmanlı İmparatorluğu İdari Taksimatını gösteren defterde Hoşap (nam-ı diğer Mahmudi) Van eyaletine bağlı hükümet sancakları arasında geçmektedir.
Hoşap ve kalesi hakkında 1839 tarihli Müşir Osman Paşa’nın raporu bulunmaktadır. Raporda; Han Mahmud ile Han Abdal’ın hakimiyetinde olan Kale’nin askeri ehemmiyeti
Raporda; Han Mahmud ile Han Abdal’ın hakimiyetinde olan Kale’nin askeri ehemmiyeti vurgulanmakta ve kaleyi elinde bulunduranların bölgeye hakim olacağı belirtilmektedir.
1839 tarihinde Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesine müteakip Osmanlı Devleti’nde yeni idari düzenlemelere gidilmiş; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki ırsi hükümet sancaklarının yönetimlerine son verilerek, bu hükümetlerin bulundukları yerlerde yeni kaza ve nahiyeler oluşturulmuştur. Bu değişiklikleri 1273 (1856) yılı Devlet Salnamesi’nde de görmek mümkündür. Salnameye göre; Mahmudi (Nam-ı diğer Hoşap) Van Eyaleti’ne bağlı bir kaza durumundadır. 1869 yılında Mahmudi Kazası’nın merkezi Saray kasabasına nakledilmiş, Hoşap’ta bu kazaya bağlı nahiyeler arasında yer almıştır.
1315 tarihli Van Salnamesi’nden anlaşıldığı üzere Hoşap, Mahmudi kazasına tabi iken 1296 senesinde teşekkül ettirilen Hamidiye kazasının merkez idaresi olmuştur. Hamidiye kazası doğuda Albak, batıda Havasor Nahiyesi, güneyde Şatak kazası ile sınırlıdır. Kazanın ismi Sultan II. Abdülhamid’e izafetle “Hamidiye” olarak adlandırılmıştır.Kaza merkezi olan Hoşap’ta bir hükümet konağı, iki karakolhane, bir camii şerif, âsâr-ı âtikadan bir kale, bir medrese ve on kadar dükkan olduğundan bahsedilmektedir.
KÜLTÜR VARLIKLARI
ÇAPANUK TEPESİ MAĞARALARI
Çapanuk Tepesi (3050 m) Başet Dağı’nın doğusunda, Yedisalkım köyünün 3 km kadar kuzeybatısında yer alan kayalık bir tepedir. Tepenin kuzey ve kuzeydoğu eteklerinde bölge halkının kullandığı yaylaklar uzanmaktadır. Tepeyi oluşturan kayalık içinde çok sayıda mağara ve kaya sığınağı saptanmıştır. Bunlardan kuzeydoğu uçta yer alan bir mağarada duvar resimleri vardır.Kuzeydoğu yönüne bakan mağaranın ağzı 8A m genişliğinde ve 5 m yüksekliğindedir. Mağaranın derinliği ise 11 m’ dir. Kırmızı boya ile yapılmış resimler mağaranın doğu duvarının gerisinde bulunmaktadır. Resimlerden biri uzun gövdesi ve yürür biçimde betimlenmiş bacaklarıyla vahşi bir kedi betimine benzetilebilir. Sembolik bir işarete benzeyen diğer resmin ise neyi betimlediği anlaşılmamaktadır.
GEVRİ BIHIRİ MEVKİİ KAYA YERLEŞMESİ
Gevri Bıhıri Mevkii Yedisalkım köyünün 7 km kadar kuzeydoğusunda ve Giyimli köyünün 3 km kadar doğusunda, kuzey-güney yönünde küçük bir vadidir. Vadiden akan Büyükdere kuzeyde Hoşap çayıyla birleşmektedir. Bu vadinin kenarında, ortasında küçük bir mağara olan kayalık bir tepe yer almaktadır. 2,2 m derinliğindeki mağaranın kuzeybatıya bakan ağzı 1,9 m yüksekliğindedir. Mağara ağzından girince sol duvarda 0,7 m uzunluğunda kırmızı boya ile yapılmış figürlerden oluşan bir pano görülmektedir. Panoda stilize edilmiş insan ve hayvan figürlerinden başka güneş ve haç işaretleri de betimlenmiştir. insan figürlerinden biri ilginç bir biçimde boynuzlu bir hayvan üzerinde durmaktadır. Güneş motiflerinden biri 9 şühalı iken, diğerinde 13 şüha sayılmaktadır. Güneş sembollerinin arasında yer alan stilize edilmiş hayvan figürü de iki kısa boynuza sahiptir. Panodaki diğer işaretlerden en sağdaki bir haç işareti olarak yorumlanabilir. Diğer lekeler ise artık aşınmış olan başka figürlere ait olmalıdır.
TİRİŞİN KAYA RESİMLERİ
Tirişin yaylası Van Gölü’nün güneydoğusunda, Çatak ile Gürpınar ilçe sınırları içinde, Damla Dağı çevresinde yer alan yüksek bir platodur. Dağın üzerindeki Tirişin Tepesi 3162 m yüksekliğindedir. Platonun yüksekliği 2650-2850 m arasında değişmektedir. Burada bulunan kaya resimleri platonun büyük bir açık hava müzesi olarak tanımlanmasına neden olmuştur.
Tirişin Farsça’da “yeşil ok” anlamına gelmektedir. Plato, Kahnı Melikan (melikler pınarı) ve Tahtı Melik (melikin tahtı) adlarında iki ana bölgeye ayrılmıştır. Platonun doğusunda ise Ermeni Tirişini ve Zivkan Tirişini adlı iki ayrı yayla daha vardır. Platonun güneyi ve doğusu tam anlamıyla araştırılamamıştır.
Bölgeye Kırkgeçit ve Yalınca üzerinden karayoluyla ulaşılmaktadır. Van ile Yalınca köyü arası 65 km kadardır. Tirişin’e Çatak ve Narlı üzerinden de ulaşılabilir, ancak bu yol uzun ve zorludur.
ilk olarak 1937 yılında Narlı Karakolu’nda yedek subay olarak görev yapan H. Özdündar tarafında keşfedilen Tirişin kaya resimleri, Van Milli Eğitim Müdürü M. Noyan’a haber verilmiş ve o yıllarda Ankara’da epey heyecan yaratmıştır. 1944’de Van Milli Eğitim Müdürlüğü’nde görev yapan Muvaffak Uyanık konuyu ele almış, Tirişin yaylasına giderek Tahtı Melik ve Kahnı Melikan bölgelerinde incelemeler yapmıştır. Daha sonra bölgeye birkaç kez dağcı dostlarıyla gelen M. Uyanık tüm bölgede detaylı bir araştırmaya karar vermiştir. 1967 yılındaki çalışmalara İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya kürsüsü öğrencilerinden M. Özdoğan da katılmış ve Tirişin ile birlikte Hakkâri bölgesi incelenmiştir. Ertesi yıl yapılan arazi çalışmasında Tahtı Melik’in doğusunda yeni bir grup kaya resmi daha belgelenmiştir. Ersin Alok’un da katıldığı 1969 yılı araştırmalarında platonun doğusu araştırılmış ve Zivkan Tirişini keşfedilmiştir.
Çatak, Gürpınar ve Narlıdere köylüleri ile Cizre ve Silopi’den gelen aşiretler bölgeyi yaylak olarak kullanmaktadır. Büyük kaya parçalarının üzerine işlenmiş olan kaya resimlerinin çoğu Tahtı Meli denilen yaylada yer almaktadır. Buradaki resimli kayalar geniş bir dere yatağında dağınık olarak durmaktadır. Hemen tamamı vurgu tekniği ile yapılan resimler, konuların çeşitliliği ve sitil özellikleri bakımından dikkat çekicidir. M.Uyanık Tirişin kaya resimlerini beş grupta incelemektedir.
Damla Dağı’nın kuzeybatısında, bir çay yatağının yukarı vadisinde yer alan ve diğerlerine göre daha silik olan G Altı kaya resimleri vurgu tekniği ile yapılmıştır. Hepsi gerçekçi üslupla işlenmiş olan hayvan figürleri arasında soyları tükenmiş bazı boğa türleri dikkat çekmektedir.
Kahnı Melikan’daki resimli kayalar bir tepe üzerinde yer almaktadır. Burası bir kült yeri olabilir. Üzerinde boğa figürlerinin yer aldığı büyük kaya burada bulunmuştur. Resimler
arasında insan figürleri yok denecek kadar azdır. Figürlerin hepsinin dikkatle işlendiği anlaşılmaktadır.
Tahtı Melik Üstü’nde sembolize edilmiş figürler yer almaktadır. Örneğin cin figürleri burada bulunmuştur.
Hem Kahnı Melikan ve hem de Tahtı Melik’de şematik ve fazla sembolik resimler bulunmuştur.
Tahtı Melik Doğusu kaya resimleri arasında insan figürleri ön plandadır.
Bu tür kaya resimlerinin tarihlenmesi sorunlu bir konudur. Yakın çağlarda dağlık arazide izole yaşayan toplulukların kaya resmi kültürünü sürdürdükleri bilinmektedir. Bu nedenle Tirişin kaya resimlerinin tarihlenmesi de tartışmalı bir konudur.
YEDİSALKIM 1 NUMARALI KAYA SIĞINAĞI
Yedisalkım köyünün batısındaki kayalık vadi içinde, Kızların Mağarası’nın altında bir kaya sığınağı yer almaktadır. Üçgen şeklindeki sığınak alanı 10,2 m genişliğinde ve 3,7 m derinliğindedir. Kuzeye bakan ağız yüksekliği 2,1 m’dir. Sığınağın tavan bölümüne yapılmış dört adet kırmızı renkli duvar resminden sadece biri belirgindir. Kırmızı renkle yapılmış olan resim bir yaban koyunu betimidir. Diğer resimlerin de yaban koyunlarını betimlediği sanılmaktadır.
YEDİSALKIM KÖYÜ 2 NUMARALI MAĞARA
1 numaralı kaya sığınağının 50 m kadar batısında yer alan bu mağara tünel şeklindedir. Bunlardan kuzeye bakan ağız 4,3 m genişliğindedir. Ağızdan itibaren giderek daralan mağaradan güneye doğru dönülerek ve aşağı meyille inilerek, 1,1 m genişliğinde ve 3,5 m yüsekliğinde olan diğer ağza ulaşılır. Mağaranın doğu duvarında toplam 7 adet duvar resmi yer almaktadır. Hepsi kırmızı renkli olan resimlerin sadece iki tanesi belirgindir. Diğerleri hava koşulları nedeniyle aşınmıştır. Belirgin olan resimler stilize edilmiş yaban koyunlarını betimlemektedir.
YEDİSALKIM KÖYÜ KIZLARIN MAĞARASI
Van’ın 76 km kadar güneydoğusunda, Gürpınar’a bağlı Yedisalkım köyünün hemen batısında yer alan kayalık vadi içinde çok sayıda mağara yer almaktadır. Yedisalkım köyü, batıdaki Başet Dağı’nın eteklerinde yer alan derin kanyonlardan birinin çıkışında kurulmuştur. Kanyondaki mağaraların sadece dördünde boyalı duvar resmi saptanmıştır, ilk üç mağarada yer alan az sayıdaki resim oldukça tahrip olmuş durumdadır. Her üç mağarada da kırmızı boya ile yapılmış yaban koyunu betimi saptanmıştır.
Köyden 2 km kadar uzakta, kanyonun güney yamacında yer alan dördüncü mağara, farklı renkte ve karakterde çok sayıda mağara duvar resmi içermektedir. Bu mağara “Kızların Mağarası” olarak adlandırılmaktadır, çünkü mağara duvarlarında çok sayıda kolları ve bacakları açık durumda “ana tanrıça” betimi bulunmaktadır.
Kızların Mağarası genişçe bir terastan girilen iki ayrı galeriden oluşmaktadır. Terasın kuzey bölümünde yer alan 2,7 m yükseklikteki giriş 42 m uzunluğunda bir
galeriye açılmaktadır. Doğu yönünde ilerleyen galeri daha sonra “u” şeklinde dönmektedir. Galerinin vadiye bakan küçük bir deliğin bulunduğu son bölümünde 5 m’lik bir alanı kaplayan resimler bulunmaktadır. Resimlerin bir kısmı hava koşulları nedeniyle aşınmış durumda olduğundan biçimleri tam anlamıyla saptanamamıştır. Yine de burada bir av sahnesinin canlandırıldığı tahmin edilmektedir. Ne oldukları ayırt edilebilen figürler arasında, insan, ana tanrıça, yaban koyunu ve geyik resimleri bulunmaktadır. Resimlerin bir kısmı kahverengi boya ile yapılmıştır.
Birinci galeri girişinin 18 m kadar batısında diğer galerinin girişi yer almaktadır. Bu giriş U m yüksekliğinde ve 7 m genişliğindedir. Galerinin uzunluğu ise 22 m kadardır. Doğuya doğru ilerleyen galeri daha sonra daralarak kuzeye dönmektedir. Girişin her iki yanında da 60 kadar mağara duvar resmi saptanmıştır. Bu resimler renk ve karakter olarak hemen diğer galerideki resimlerden ayırt edilmektedir. Girişin kuzey duvarında sadece dört adet ana tanrıça figürü yer alırken, güney duvardaki resimler 8 m uzunluğunda bir alanı kaplamaktadır. Burada da ana tanrıça figürleri ve çeşitli hayvan betimleri bulunmaktadır. Ana tanrıça figürlerinden biri bir hayvanın üzerinde gösterilmiştir.
Kahverengi figürlerin yer yer kırmızı renkli figürlerin üzerine yapılmış olması kronolojik bakımdan ayırt edicidir. Farklı renkteki bu figürler stil ve içerik açılarından da farklılıklar göstermektedir. Kahverengi figürlerin çoğu ana tanrıça betimlerinden oluşurken, kırmızı renkli figürler av hayvanlarını göstermektedir.
Bu tür mağara duvar resimlerini çoğu zaman, birlikte bulunan başka arkeolojik malzemeler olmadığından, doğru olarak tarihlemek olanaksızdır. Ana tanrıça figürlerinin sitil ve içerik açısından benzerleri, Anadolu’daki Yeni Taş Çağı yerleşmelerinden Konya’daki Catalhöyük ile Burdur’daki Hacılar’da ele geçtiğinden, Kızların Mağarası’ndaki mağara duvar resimleri de teorik olarak bu döneme tarihlenmektedir.
ÊREMÊR I
Van il merkezinin güney-güneydoğusunda; Gürpınar İlçesi’nin 2 km doğu-kuzeydoğusunda; Otbiçer Mahallesi’nin 500 m doğu- kuzeydoğusundadır. Gürpınar Ovası’nın kenarında; 12 m yüksekliğinde; 100 m çapında bir höyüktür. Yerleşme yerinden toplanan çanak çömlekler incelendiğinde; Erken Transkafkasya mallarının bulunduğu höyük, Gürpınar’ın önemli Erken Tunç Çağı yerleşmelerindendir. Ayrıca yüzeyden toplanan çanak çömlek parçaları incelendiğinde buranın Demir Çağı’nda da yerleşim gördüğü anlaşılmaktadır.
ÊREMÊR II
Van İli, Gürpınar İlçesi’nde yer alır. Yüzeyden toplanan çanak çömlek parçaları incelendiğinde buranın Demir Çağı’nda yerleşim gördüğü anlaşılmaktadır.
GUGUNA GÜNEY SULAMA KANALI
Guguna Güney Sulama kanalı: Çavuştepe Aşağı Kale’de inşa edilen İrmuşini tapınağının cephesindeki yazıtlarda tapınak yapılarının inşasından ve Çavuştepe/Sardurihinili kentinin kuruluşundan bahsedilmektedir. Ayrıca bu yazıtlarda bağ ve bahçeler için Gugunaini Irmağı’ndan (Hoşap Çayı) bir kanal açıldığı da belirtilmektedir. Çavuştepe Kalesi’nin güney eteklerinde bu kanalın izleri görülebilmektedir.
ŞAMRAN (MENUA) SULAMA KANALI
Van ilinin kuş uçuşu 50 km güneyindeki Gürpınar Ovası’ndan Urartu Krallığı’nın başkentinin bulunduğu Van Ovası’na kadar uzanır.
Kanal 19. Yüzyılda Avrupalı araştırmacılar tarafından incelenmiş ve tanıtılmıştır. Ancak bu araştırmalar çivi yazılı metinler üzerine yoğunlaşmış, mimari kalıntılar konusunda fazla bilgi verilmemiştir. Daha sonra 1968 yılında B. Öğün tarafından yeniden incelenmiş ve değerlendirilmiştir.
Mimari: Kanal kısmen toprağa kazılmış kısmen de kayaya oyulmuştur. Kanalın toplam uzunluğu 50 m.’den fazladır. Ayrıca kanal zaman zaman yüksekliği 10 m.’yi aşan taş destek duvarlarıyla güçlendirilmiştir. Duvarların inşasında kalker taşlar kullanılmıştır. Genişliği
ortalama 2,5 m.’dir, bu genişlik bazen 4 m.’yi bulmaktadır. Kanal duvarları üzerine Urartu çivi yazısıyla kral Minua’nın yazdırdığı 15 adet kitabe yer almaktadır. Kitabeler birbirinin tekrarı şeklindedir. Bu kanalın sağladığı su ile hem kanal boyunca uzanan ve hem de Van Ovası’ndaki bağlar ve bahçeler sulanmaktaydı. Bu bahçelerden biri, bugünkü Edremit ilçe merkezi yakınlarındaki Kadembastı yöresinde Minua’nın eşi Tariria adına yapılmıştır.
GİYİMLİ KÖYÜ
Van ilinin, 68 km. güneydoğusunda, Gürpınar ilçesi, Güzelsu (Hoşap) nahiyesine bağlı Giyimli Köyü’nün 250 m. kadar güneybatısında yer alan Urartu dönemine ait düz bir yerleşmedir. Burası Serbar Tepesi olarak adlandırılır. Yerleşimin kurulduğu tepe kuzey-güney doğrultusunda 380 m. kadar uzunluğa ve ortalama 140-150 m. genişliğe sahip olup 6 m. yüksekliğindedir. Burada çeşitli mekânlar ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan 1 no’lu mekân içinde dağınık durumda ve küçük parçalar halinde, fazla okside olmuş yüzlerce bronz levha parçası ele geçmiştir. Adak levhası olarak adlandırılan bu eserler Urartu dönemine ait önemli buluntulardır.
ÇAVUŞTEPE NEKROPOLÜ
Çavuştepe Kalesi’nin yaklaşık 1 km. kuzeyinde yer alan küçük bir tepe Çavuştepe Kalesi’nin nekropol alanı olarak değerlendirilmiştir. Ova seviyesinden 30 m. yükseklikteki küçük bir tepe üzerinde çok sayıda kaçak kazı gerçekleştirilmiştir. Kaçak kazılar sonucunda ortaya iskelet kalıntılarıyla birlikte Urartu Krallığı’nın saray malları olarak değerlendirilen parlak açkılı kırmızı renkli çanak çömlek parçaları yüzeyde görülebilmektedir.
ÇAVUŞTEPE KALESİ
Kaleye adını veren köyün hemen doğusunda yükselmeye başlayan Bol dağının batı uzantısı üzerinde bölgenin en önemli Urartu kalelerinden biri yer almaktadır. Kalenin Van kent merkezine uzaklığı kıyıdan 56 km, Kurubaş geçidi (2225 m) üzerinden ise 26 km’dir. Gürpınar ilçesine bağlı Çavuştepe mahallesinin eski adı kayıtlara Atbaşı, Asbaşı, Asbaşın, Astvadaşen ya da Haıkapert olarak geçmiştir. Yapılan kazılar sırasında, 1963 yılında ortaya çıkarılan İrmuşini tapınağının yazıtında ise kalenin Urartu kralı II. Sarduri (İ.Ö. 756-730) tarafından inşa edildiği ve adının Sardurihinili (Sardur’un kenti) diye geçtiği görülmüştür.
Çavuştepe Kalesi’nin ilk kez kim tarafından keşfedildiği bilinmemektedir. Ancak kale 1884 yılında antika ticareti yapan Devvgantz’ın burada bulunan bir yazıtı Viyana’ya götürmesi ve bu yazıtın 1885 yılında D.H. Müller tarafından yayınlanmasıyla dikkati çekmeye başlamış olmalıdır. Yazıt bugün Berlin Pergamon Müzesi’nde sergilenmektedir. Kale ayrıntılı olarak ilk kez, 1898-99 yıllarında bölgede çeşitli araştırmalar yapan C.H. Lehmann-Haupt ve W. Belek tarafından ele alınmıştır. Bu inceleme ile burası bir Urartu kalesi olarak tesbit edilmiş ve deşifre edilen çivi yazılı belgelere göre adının Sardurihurda olduğu belirtilmiştir. 1956 yazında bölgeye gelen C.A. Burney de Çavuştepe Kalesi’ni incelemiş, ayrıntılı bir plan ile iki fotoğraf yayınlamıştır. 1959-60 yıllarında Toprakkale’de yapılan kazılar sırasında A. Erzen, Urartu sur mimarisinin detaylarını anlamak amacıyla bölgede bir araştırma gezisi yapmış ve bu sırada Çavuştepe kalesini de gözden geçirmiştir. Bu çalışmalardan sonra Çavuştepe kalesinde kazı yapılması kararlaştırılmış, 1961 yılında A. Erzen Başkanlığında kazılar başlamış ve 1984 yılına kadar kesintisiz sürdürülmüştür.
Yapılan arkeolojik araştırmaların tarihöncesi dönemlerden itibaren yerleşildiğini gösterdiği verimli Gürpınar ovasının ortasında yükselen Bol Dağı üzerindeki Çavuştepe Kalesi, bu dağın batıdaki iki tepesi üzerinde kurulmuştur. Bunlardan batıdaki ince ve uzun bir
yapıya sahip olan “Aşağı Kale”, bunun hemen doğusunda ise yuvarlak bir yapıya sahip olan “Yukarı Kale” olarak tanımlanmaktadır. Bu kaleler doğuda 14 m, batıda ise 10 m genişliğindeki kayaya oyulmuş savunma hendekleriyle Bol Dağı’nın doğal uzantısından ayrılmaktadır. Kaleler ince bir boyun ile birbirine bağlanmaktadır. Bugün Çavuştepe kalesine karayoluyla ulaşılan son nokta bu iki kalenin birleştiği yerdir.
Aşağı Kale ile Yukarı Kale’yi birbirine bağlayan boyun ova seviyesinden 70-80 m yükseklikte ve 12 x 110 m büyüklüğündedir. Çavuştepe Kalesi’nin en alçak yeri olan boyun kısmında, biri Aşağı Kale’nin kuzey eteklerinden diğeri ise Yukarı Kale’nin kuzey eteklerinden gelen ve kaleye giriş çıkışı sağlayan iki rampalı yol birleşmektedir. Bu kesimin hemen kuzeyindeki yamaçta büyük kaya bloklarıyla örülmüş bir yapı durmaktadır. Uçkale denilen binanın önündeki yapılar topluluğu 1968, 1972-75 yılları arasında tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkarılmıştır. Bu kazılarla elde edilen veriler Çavuştepe’de şu yapı evrelerinin belirlenmesini sağlamıştır:
Yukarı Kale: “Yukarı Kale” diye anılan doğudaki kale, Aşağı Kale’den 30 m daha yüksekte ve daha küçük boyutta inşa edilmiştir. 1976 yılı kazılarında tam olarak ortaya çıkarılan kalenin planı kareye yakındır ve çevresi güçlü surlarla çevrilidir. Kalenin batısında ana kayanın düzeltilmesiyle oluşturulmuş geniş bir platform yer almaktadır. Doğudaki sur belli aralıklarla yerleştirilmiş burçlarla desteklenmiştir.
Kale içinde yapılan kazılarda önce 13. yüzyıla ait küçük bir köy yerleşmesi ortaya çıkarılmıştır. 1976 yılı kazılarında Ortaçağ köyünün altına bir tapınak binası ve bunun önünde kenarları revakla çevrili bir tapınak avlusu ortaya çıkarılmıştır. Tapınağın, Aşağı Kale’deki irmuşini tapınağının yazıtında sözü edilen Haldi Tapınağı olduğu anlaşılmaktadır. Urartulara özgü kare biçimli tapınak yapısının iç odası 4,5 x 4,5 m boyutlarındadır. Giriş kuzeydoğuya bakmaktadır. Yukarı Kale’de Haldi’ye adanmış bu tapınaktan başka bir yapı kalıntısıyla karşılaşılmamıştır.
Aşağı Kale: Asıl kale üniteleri yaklaşık 430 x 70 m boyutlarında bir alanı kaplayan Aşağı Kale içinde yer almaktadır. Doğu batı yönünde uzanan dar ve uzun kayalık tepenin üzerinde kurulmuş Aşağı Kale’nin çevresi, yüzeyin durumuna göre biçimlenmiş bir sur sistemiyle çevrilidir. Bu sur savunma amaçlı olmasının yanında, kalenin dolgu sistemine destek duvarı olma işlevi de görmektedir. Şevli inşa edilen surlar boyunca sık aralıklarla yerleştirilen burçlar da bu destekleme sisteminin öğeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Aşağı kalenin en zayıf noktası olan ve bir hendekle savunması güçlendirilen batı ucunun kuzeyinde, doğal bir kaya yarığının işlenmesiyle oluşturulmuş ikinci bir sur daha bulunmaktadır. Çavuştepe sur mimarisi Urartu taş işçiliğinin hemen bütün özellik ve teknikleri konusunda bilgi vermektedir. Örneğin taş işçiliği bakımından dikkate değer nitelikteki Uçkale duvarları Antik Çağ’ın izodom duvar örgü tekniğiyle karşılaştırılabilir.
Aşağı Kale mimari üniteler bakımından başlıca dört bölüme ayrılmaktadır:
1. Uçkale: Kale girişinin batısındaki atölye binalarının arkasında yükselen Uçkale 27,5 x 17,3 m boyutlarında, dikdörtgen planlı bir bina olarak yükselmektedir. Özenle işlenmiş taş bloklarla inşa edilen ve yer yer 4,5 m yüksekliğe kadar günümüze ulaşan taş temel, bunun üzerinde yükselen kerpiç duvar ile bu duvarda yer aldığı düşünülen ve birkaç örneği Van Müzesi’nde sergilenen bazalttan yapılmış çok sayıda kör pencere binanın özel bir önem taşıdığına işaret etmektedir. Üçkale’nin asıl işlevi bilinmemekle birlikte ll.Sardur’a ait taş yazıtlara göre kazılar sonucu tüm detaylarıyla ortaya çıkarılan zemin katın bir devlet deposu olduğu düşünülmektedir.
Depoların tavan ve duvarlarının fresklerle kaplı olması ve burada bazıları çivi yazılı olan tunç miğferve sadakların ele geçmesi bu kanıyı desteklemektedir. Kalın duvarların yanı sıra depo içinde ortaya çıkan sütun kaideleri ve merdiven basamakları yapının çok katlı olduğunu göstermektedir. Ancak üst katlara ait yeterli bulgu elde edilememiştir.
2. Depo Binaları: Uçkale’nin batısında, Çavuştepe Kalesi’nin aynı zamanda büyük bir ekonomik merkez olduğunu belgeleyen depo binaları ortaya çıkarılmıştır. Başlangıçta taştan kaideler üzerinde duran direkler tarafından taşınan 23,5 x 16 m boyutlarındaki bina, İ.Ö. 7 yüzyıldaki tadilat sırasında, 1,5 m kalınlığında bir duvarla 23,5 x 7 m boyutlarında iki bölmeye ayrılmıştır. Her bölmede 100 adet büyük erzak küpü yer almaktadır. Bölmelerin uzunluğu boyunca, doğudaki bölmede dörtlü, batıdaki bölmede ise üçlü, düzgün dizilerle sıralanmış erzak küpleri, karın hizasına kadar toprağa gömülüdür. Çoğunun omuzları üzerinde çivi yazılı kapasite işaretleri ile bazı hiyeroglif şekiller yer almaktadır. Büyüklüğü ve kapasitesi bakımlarından bu bina kalenin ana ambarı olmalıdır.
Batıdaki tapınak alanının güneyindeki depo binası daha küçük boyutludur ve bunun tapınağın özel ambarı olduğu anlaşılmaktadır.
3- İrmuşini Tapınağı: Aşağı kalenin ortasındaki geniş bir alanda tapınak alanı ve bunun batısında irmuşini Tapınağı yer almaktadır. Kare biçimli tapınak binası diğer Urartu tapınakları gibi köşeleri çıkıntılı ve tek odalıdır. Dıştan 10 x 10 m içten ise 4,5 x 4,5 m boyutlarında olan binanın dış cephesi tamamen düzeltilmiş ve perdahlanmış, ayrıca 2 m yüksekliğe kadar günümüze ulaşmış bazalt taş bloklarla kaplanmıştır. Kuzeydoğuya bakan tapınak girişinin güney köşesinde özenli bir çivi yazısıyla yazılmış tapınak yazıtı bulunmaktadır. Üzerine kazındığı taş bloklardan biri kaybolduğundan yazıtın sadece üçte ikisi okunabilmiştir. Buna karşın yazıt, Çavuştepe Kalesi’nin II. Sarduri tarafından inşa edildiği, adının Sardurihinili olduğu ve tapınağın da tanrı irmuşini’ye ait olduğu bilgilerini vermektedir.
Tapınağın önünde 21,5 x 21 m boyutlarında, olasılıkla üç tarafı revaklarla çevrili, zemini düzgün yassı taşlarla döşeli bir avlu yer almaktadır. Avlunun doğusunda beyaz badanalı kerpiç sekiler, kurban masası ve kuzeyde yuvarlak bir taş sunak bulunmaktadır. Güneybatıdaki bazalt bir eşikten kısa bir koridora geçilir. Bu koridor hem tapınağın batısındaki magazinlerin önüne ve buradan sarayın çevresindeki uzun koridorlara ve hem de tapınağın güneybatısındaki fil ayaklı büyük salona ve bunun doğusundaki depo binasına açılmaktadır.
“Fil ayaklı salon” diye adlandırılan bina 24,4 x 23 m büyüklüğündeki bir alanı kaplamaktadır. Bu binanın çatısı büyük kaideler üzerinde durmaktadır. Arkeolojik veriler salonun dört tarafının alçak kerpiç sedirlerle çevrili olduğunu göstermektedir. Duvarların geometrik fresklerle süslü olduğu anlaşılmaktadır.
Tapınak yapıları yanında kurban masası ve sunaklar da Urartu dinsel törenleri hakkında ipuçları vermektedir. Tapınağın doğusundaki açık avluda yer alan sunağın dışında, bir sunak da kuzeyde, avludan 3 m daha düşük seviyede yer almaktadır. Bu durum farklı kurban törenlerine işaret etmektedir. Genişliği 5,5 m olan kuzeydeki sunak üzeri kapalı bir mekân içinde durmaktadır. Bu sunaklardan başka tapınak alanında üçüncü bir sunağın varlığını, tapınak kuzey koridorunda ele geçen taş bir sunak kaidesi göstermektedir.
4. Saray: Çavuştepe Kalesi’nin batı ucunda yaklaşık 81 x 33 m büyüklüğünde bir alanı kaplayan saray bölümü bulunmaktadır. Zemin, duvar temellerinin bir bölümü ve tavanı taşıdığı anlaşılan payelerin alt kısımları ana kayanın işlenmesi ve düzeltilmesiyle oluşturulmuştur. Yapı kullanılış amaçlarına göre çeşitli bölümlere ayrılmıştır. Merkezde 81 x 15 m büyüklüğünde ana salon yer almaktadır. Bu salonun altına, ana kaya içine biri iki ağızlı olan üç adet sarnıç odası oyulmuştur. Salonun doğu ve batı uçlarına ise çeşitli amaçlara uygun mekânlar yerleştirilmiştir. Doğudaki mekânın bir mutfak olduğu açıktır. Çünkü burada büyük bir ocak, çeşme, ana kayaya oyulmuş yuvarlak bir tekne ve bu tekneyle bağlantılı bir atık su kanalı saptanmıştır. Batıdaki odaların işlevleri anlaşılamamakla birlikte, burada bulunan çeşitli küçük buluntular ve takılar “harem” olarak nitelenebilecek bir takım özel odalara işaret etmektedir.
Sarayın kuzey ve güneyinde iki uzun koridor ve bu koridorlara açılan odalar yer almaktadır. Güneydeki koridor doğuda tapınak alanına kadar uzanmaktadır. Koridor
döşemeleri altında açığa çıkarılan atık su kanalları, harem bölümünde bulunan yuvarlak bir tekne ve buna ait çeşme ile sarayın kuzeybatı ucundaki bir tuvalet yapısı Urartu sarayının ilgi çekici parçalarıdır. Yapının çok katlı olduğu doğu ve batı uçlardaki merdiven kalıntılarından ve yanmış tabakalar halindeki üç tavan çöküntüsünün saptanmasından anlaşılmaktadır.
Çavuştepe Kalesi İ.Ö. 7. yüzyılın son on yılı içinde bir İskit saldırısıyla tamamen yağmalanmış ve yıkılmıştır. Ancak yapılan arkeolojik kazılarda bu saldırılar sonucu oluşan kalın yangın tabakaları üzerinde saptanan mimari kalıntılar ortaya çıkmıştır. Bu durum Çavuştepe’de İ.Ö. 7. yüzyıl sonlarıyla İ.Ö. 6. yüzyıl başlarında yeniden yerleşildiğini kanıtlamaktadır. Uçkale önündeki mezarlık alanında oldukça tahrip olmuş durumdaki Son Urartu dönemi yerleşmesine ait binalar, dikdörtgen planlı, tek odalı ve buna bitişik yuvarlak bir duvarla çevrili mekânlardan ibarettir. Oda içlerinde çapları 65 – 50 cm arasında değişen tandır ve ocaklar yer almaktadır. Duvarlarda kerpiç kullanılmadığı, sadece taştan örüldüğü anlaşılmıştır. Mimari kalıntılar gibi buluntular arasında yer alan el yapımı seramik kap parçaları ve pişirilmemiş kilden yapılmış ağırşaklar bu yerleşmenin küçük ve yoksul bir köy olduğuna işaret etmektedir. Arkeolojik kalıntılar kısa süreli olan bu köyün de daha önceki Urartu kalesi gibi bir saldırı sonucu çıkan yangınla yok olduğunu göstermiştir. Urartu ülkesinin bu dönemde doğudan batıya doğru Med egemenliği altına girdiği bilinmektedir.
HOŞAP KALESİ
Van-Hakkâri karayolunun kuzeyinde, Hoşap suyunun kuzeydoğusunda kurulmuş olan kale, daha çok “Hoşap Kalesi” adıyla anılmakla birlikte; Kale-i Mahmudi, Mahmudi Kalesi ve Narin Kale olarak da adlandırılmaktadır.
Urartu döneminde askeri bir tesis olarak inşa edilen kale, Osmanlı Devleti hâkimiyetindeki Mahmudi Beyleri tarafından yaptırıldığı şekliyle günümüze ulaşmıştır. Kaledeki tek kitabe İç kale giriş kapısı üzerinde yer almaktadır. Farsça yazılmış bu kitabeden giriş burcunun Süleyman Bey tarafından H.1052/M.1643 tarihinde yaptırıldığı belirlenmektedir.
Matrakçı Nasuh’un 1548-49 tarihinde Kale-i Mahmudi olarak adından söz etmesi, kalenin bu tarihten önceki mevcudiyetini ortaya koymaktadır. İbn-i Nuh’un Van Tarihi adlı yazma eserinde Van Eyaleti’ndeki Hoşap Kalesi’nde Mahmudi Süleyman Bey’in girişe bu muhkem binayı yaptırdığından bahsetmesi ve Ayrıca bunu Evliya Çelebi’nin teyit etmesi, kitabenin yapının ilk inşasına ait olmadığını belirlemeye yardımcı olmaktadır.
Kale, Osmanlı son döneminde yani 19. yüzyıl ortalarında terk edilmiştir. Bundan sonra kalenin durumu ile ilgili ilk fotoğrafları, 1913 yılında Walter Bachman yayınlamıştır.
Cumhuriyet sonrasında kalenin uzun bir süre kendi haline bırakıldığı anlaşılmaktadır. 1948 yılında A. Saim Ülgen’in bir makalesine konu olan kale, Nazmi Sevgen’in Anadolu Kaleleri isimli kitabında diğer kalelerden bahsettiği şekilde biraz efsaneleştirerek Hoşap Kalesini çizdiği bir kroki ile anlatmaya çalışmıştır, Kale, 1979 yılında G.E.Y.A.K.’ın 08.06.1979 tarih ve A-1673 nolu kararı ile I.derece arkeolojik sit olarak tescillenmiştir. Kaledeki ilk ve tek onarım Kültür Bakanlığı tarafından 1988 yılında gerçekleştirilmiştir. Bu onarımlar basit onarım kapsamında ele alınmış olup, yapının birçok yerinde bunun izlerini görmek mümkündür. 2005 yılında ziyarete kapatılan kalenin 2007 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından rölöve restitüsyon ve restorasyon projeleri yaptırılmış ve bu projeler Van Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca onaylanmıştır. Kalede 2007 yılından itibaren de Kültür Turizm Bakanlığı ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi adına başkanlığımda kazı çalışmalarına başlanmış ve devam edilmektedir. Ayrıca 2010 yılında Bakanlıkça İç kale surlarının batı kesimi restore edilmiştir. Günümüzde kale kısmi olarak ziyarete açıktır.
Genel olarak kale suyun kenarında yükselen sarp ve dik bir kaya kütlesi üzerine kurulmuş iç kale ile bunun kuzeyinde üç yönden surlarla çevrili dış kaleden meydana gelmiştir.
Dış kale kavisli bir şekilde doğu, kuzey ve batı yönünde dolanan surlarla çevrilmiştir.
Doğuda ve kuzeyde izlenebilmekte olan surlar, batı yönde tamamen yıkılmıştır. Sur duvarları üzerinde üç burç günümüze ulaşmıştır. Doğu ve batı taraftaki kale kapıların durumları belirlenememiştir. Ayrıca dışta kuzeydoğu köşeye bir gözetleme kulesi yerleştirilmiştir. Bugün içerisinde bir cami kalıntısı ile 30-40 kadar köy evi mevcuttur.Burası I. Derece Arkeolojik Sit olarak korunmaktadır.
İç kale üzerinde oturduğu kayalık tepenin konumuna göre şekillendirilmiş olup, doğu-batı doğrultusunda arazinin yapısına göre şekillenen planı, batıya doğru daralma göstermektedir. İç kaleyi kuzey, doğu ve batı yönlerden burçlarla tahkim edilmiş surlar çevrelemektedir. Ayrıca doğu kesiminde ikinci takviye duvarı kalenin tahkimatını güçlendirmektedir. İç kalenin kuzeyden güneydoğudaki en yüksek kesimine doğru, topoğrafik yapıya uydurulmuş dört kademeli mimari düzenleme göstermektedir.
İç kalenin giriş kapısının yer aldığı kuzeydeki giriş burcunun batı yüzü taç kapı formunda düzenlenmiştir. Taç kapı yüzeyi iki yandan sütuncelerle sınırlandırılmış sivri kemerli düzenleme göstermektedir. Kapı iki bölüme ayrılmış olup, altta asıl kapı açıklığı ile bunun üzerindeki üç dilimli kemer şeklinde bir silmeyle çerçevelenmiş kitabe ve bunun üzerinde ortadaki armudi askı motifine ilerleyen iki aslan figüründen oluşmaktadır.Kapı açıklığını orijinal som demir kapı kanatları örtmektedir. Kapıdan üç bölümlü giriş holüne buradan da kayaya oyulmuş genişçe basamaklarla kaleye çıkılmaktadır. Bu çıkıştan itibaren yol, doğuya ve batıya doğru kale beden duvarları boyunca devam etmektedir. Giriş burcu dışında, surların üzerinde kalenin tahkimatını arttıran yedi burç ve kule daha bulunmaktadır.
Kalenin güney en üst kesiminde “Mahmudi Sarayı” yapıları sıralanmaktadır. En üst kesimde, yani güneydoğuda Seyir Köşkü yer almaktadır. Bu bina doğu batı istikametinde uzanan on iki kenarlı bir plana sahip olup, üç katlıdır. Batı kesiminde bir seyir odası içerisinde hamamı ile güney cepheyi hareketlendiren iki kulesi mevcuttur. Kulelerden doğudaki güvercinlik, diğeri hamamın bacası durumundadır. Burada 2009 yılından itibaren kazı çalışmaları yapılmaktadır. İçerisinde yeni mekanlar ortaya çıkmıştır. Çalışmalar devam etmektedir.
Bunun batı tarafında harem uzanmaktadır. Harem kuzey ve batıdan yüksek duvarlar üzerine iki bölümlü olarak yapılmıştır. Birinci bölümün oda ve bölüntüleri yıkılmış iki katlı olduğu anlaşılan ikinci bölüm ise ortada bir hol ve bunun iki yanında ikişer odadan meydana gelmiştir. Odaların pencereleri ve dolap nişleri dikkat çekicidir. Burada da 2007 yılından itibaren devam eden kazılarda haremin tüm mekanları ortaya çıkartılmış ve içerisinde ayrıca bir hamam yapısı bulunmuştur. Buranın batı kesimindeki bölümde bir hol ve karşılıklı dört oda yer almaktadır. Kazı sonucunda restorasyon projeleri hazırlanmış olup, restore edilirse, kale önemli bir mekana kavuşmuş olacaktır.
Seyir Köşkünün kuzeyinde kalan alan ise, kuzeyden sur ve burçlarla desteklenmiş üzerinde hamam başta olmak çeşitli yapı kalıntıları ile dikkat çekmektedir. Hamam burada 2008 yılında başlatılan kazılarla ortaya çıkartılmıştır. Hamam yapısı soyunmalık, ılıklık, sıcaklık, halvet, su deposu ve ısıtma birimlerinden oluşmaktadır. Bunun batısında bir mahzen yapısı doğusunda ise içerisinde tandırlar bulunan mutfak bölümü bulunmaktadır.
Üçüncü ve en alt bölümde kalenin beden duvarlarını batıya doğru takip ederek ulaşılan selamlık ve yanında mescit yer almaktadır. Mescidin üst örtüsü tamamen yıkılmış kare planlı ve kubbeli olduğu anlaşılmaktadır. Selamlık iki bölümden oluşmakta bunlardan biri salon, diğeri de bir odadan meydana gelmektedir. Her ikisi de iki katlı bir düzenleme göstermektedir. Burada bir de zindan olarak adlandırılan iki birim önemlidir. Ayrıca kalenin su ihtiyacı için sarnıç ve benzeri tesisler de yer almaktadır.
Sağlam beden duvarları ve burçları dışında içerisindeki tanımlanabilen yapı kalıntıları ile kalenin önemi günden güne artmaktadır.
Van ve çevresinde kültürel amaçlı gezi ve aktiviteleri kapsayan turizm faaliyetleri, buradaki kültürel değerlerden azami ölçüde yararlanma ile gerçekleştirilebilecek bir
durumdur. Urartu’dan Osmanlıya uzanan tarihsel birikim ve bunu yansıtan kültürel değerleri ile dikkat çekmektedir. Bu çerçevedeki kısa ve uzun vadeli beklentiler, turizm cazibe noktalarının canlandırılması ile aşabilecektir. Hoşap Kalesi açısından bu durum değerlendirildiğinde; buranın sadece basit bir örenyeri olarak kullanıldığını ve hiçbir düzenleme yapılmadığını ve sadece yaz sezonlarında gelen ziyaretçilere kaleyi açık tutmak şeklinde uygulandığını ortaya koymaktadır. Ancak, 2005 yılında kalenin yıkılma tehlikesi göstermesi nedeniyle, can ve mal emniyeti açısından tehlike arz ettiğinden ziyarete kapatılması turizm açısından bölgeyi olumsuz etkilemiştir. Tarihi ve kültürel bir öneme sahip olan Hoşap Kalesinin mevcut dokusunun korunmasına bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkartılmasına yönelik kazı ve restorasyon çalışmaları 2007 yılından itibaren başlamıştır. 2014 yılı itibariyle, kaledeki kazı ve restorasyon çalışmalarında önemli mesafeler alınmıştır. Kazı çalışmaları devam ederken çevresinin de düzenlenmesi ziyaretçiler açısından oldukça önemlidir.
Van Gölü Havzası’nın önemli tarihsel mekânlarından biri olan Hoşap Kalesi’nin dokusunun korunması yönünde atılacak adımlar; buranın değerini ve yöre turizmine kazandırılması yönündeki çabaları harekete geçirecektir.
Hoşap Kalesi’nin restorasyonu ve çevre düzenlemesi ile alt yapısının (yolunun iyileştirilmesi, ışıklandırma, karşılama yapısı ve benzeri ) tamamlanması durumunda burası iyi bir cazibe mekânı haline gelecektir.
Kalenin Zernek Beyleri’nden İbrahim Bey oğlu Beşaret Bey tarafından yaptırıldığı kabul edilmektedir. Ancak kitabesi bulunmadığından, tarihi kesin olarak bilinmemekte, Osmanlı döneminde 17. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.
Zernek Kalesi köyün batısındaki sarp kayalıklı bir tepe üzerine kurulmuştur. Aslında yalnız yöneticilerin oturabileceği büyüklükte, iç kale niteliğindedir. Köşk, harem, mutfak ve hamamdan oluşan kale, doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır.
Kale, kayalık zemine göre şekillendiğinden, kuzey taraftaki giriş bölümü ile doğru cephesi dışında kalan kısımlarına sur duvarı yapılmamıştır. Bugün yıkılmış olan giriş kapısı, iki yandan iki kule ile desteklenmiştir. Batıdaki yuvarlak kule 4,00 m. çapında moloz taş örgülü bir yapıya sahiptir. Kalınlıklarından itinalı bir işçiliğe sahip olduğu anlaşılan kapının doğusundaki kule ise dikdörtgen planlıdır. İki kule arasındaki demir kaplamalı giriş kapısının yalnızca yeri kalmıştır.
Köşk (Selamlık): Kalenin doğusundaki köşk Zernek Beyi’nin ikameti için ayrılmıştır. Dikdörtgen planı arazinin durumuna uydurulduğundan tam simetrik değildir. Duvar uzunlukları doğuda 10,10 m. batıda 9,90 m. kuzeyde 12,10 m. güneyde 11,00 m.dir. Tamamı moloz taştan dolgu duvar tekniği ile yapılan köşk, dört katlıdır. Doğu güney cepheleri ile ara bölme duvarları tahrip olmuştur. Zemin kat ile birinci katın üst örtüleri kısmen, ikinci ve üçüncü katların ise tamamen yıkılmıştır.
Köşkün kuzey cephesinde her katta üçer mazgal pencere, en üst katta ayrıca iki büyük pencere daha mevcuttur. Alt katları sağır tutulan batı cephesi en üst katta iki mazgal pencere ile hareketlendirilmiştir. Pencereden dışarı taşırılan ahşap kirişlerin üzeri taşla örülerek kapatılmıştır.
Köşke, kuzey cephesinin kuzeydoğu köşesine açılmış bir kapıdan girilmektedir. Kapı dıştan dikdörtgen çerçeveli, içten sivri kemerlidir. Kapıdan sonra diğer katlara çıkılan ahşap merdivenler yer almaktadır.
Zemin kat dört odadan oluşmaktadır. Ana girişin açıldığı ilk odanın kuzeydoğu köşesi arazinin kavisine uydurularak yamuk yapılmıştır. Burada bir kapı ile güneydoğudaki odaya, oradan da kuzeybatı odasına geçilmektedir. Zemin katın en sağlam durumdaki bu odası 3,75 x 5,00 m. ölçülerinde dikdörtgen bir plana sahiptir. İç mekan güneydeki bir pencere ile aydınlatılmıştır.
Birinci kat Zemin katla aynı özelliklere sahiptir. Zemin kattan ahşap bir merdivenle
çıkılmaktadır. Bu katta halk arasında Bayezid-i Veli’ye ait olduğuna inanılan bir halvet hücresi bulunmaktadır. Günümüzde de haraba haline rağmen dilek sahibi pek çok vatandaş tarafından ziyaret edilmektedir.
Köşkün ikinci ve üçüncü katları diğerlerine göre daha fazla tahrip olmuştur. Herhangi bir süslemenin yer almadığı yapıda duvarlar moloz taş dolgu tekniği ile örülmüş üst örtüler ahşap destekli düz toprak dam şeklinde ele alınmıştır. Katlar ahşap merdivenlerle bir birine bağlanmış tüm odalar saman karıştırılmış çamurla sıvanmıştır.
Harem: Harem kısmı kalenin batısında, mutfağın arkasında yer almaktadır. Üç tarafı meyilli bir arazi üzerine zemin teraslanarak inşa edilmiştir. 12,00 x 15,60 m. ölçülerinde doğu-batı doğrultusunda uzanan bir plan göstermektedir. Günümüze birkaç duvar parçası ile temelleri ulaşabilmiştir. Yapının kalan izlerinden iki katlı olduğu ve üçer odadan meydana geldiği anlaşılmaktadır. Köşkte olduğu gibi dışarıdan bir kapı ile girilen zemin kattaki odalara bir biri içinden geçilmekte üst kata girişten sonraki ikinci odadan ahşap bir merdivenle çıkılmaktadır. Haremin zemin katı moloz taş, üst katı kerpiçle yapılmış, İçten ve dıştan çamurla sıvanmıştır. Odalar mazgal pencerelerle aydınlatılmıştır. Burada da süslemeye rastlanılmamıştır.
Kale içinde, köşkün kuzeyinde bulunan hamamdan günümüze yalnız güney cephesinde yer alan sivri kemerli bir niş kalmıştır. Köşk ile harem arsında yer alan ve iki odadan oluşan mutfak da arazinin durumuna uydurulduğundan düzensiz bir plan şemasına sahiptir. Duvarlar ve üst örtüsü tanınmayacak derecede yıkılmıştır. Malzeme ve yapı tekniği diğer binalarla aynı özelliği göstermektedir.
ZERNEK KALESİ
Gürpınar ilçesine bağlı, Hamurkesen Köyü’nün içerisinde, kalenin doğu tarafında yer almaktadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabesine göre, Seyyid Muhammed tarafından 1122 (1710) tarihinde yaptırılmıştır.
Kare planlı, tek kubbeli bir harimdan oluşmaktadır. Yıkılan kubbesi son yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yeniden yaptırılmıştır. Düzgün kesme taş malzeme kullanılan yapıda sadece kuzey cephe taç kapıyla hareketlendirilmiştir. İçerisinde herhangi bir süslemeye yer verilmemiş olup, mihrap yarım daire planlı bir niş şeklindedir.
Rus işgali sırasında kubbesi yıkılmış uzun süre harap kaldıktan sonra köylüler tarafından tamir edilerek ibadete açılmıştır. 1991-94 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğünce kubbesi ile birlikte yeniden restore edilmiştir.
Üç yönden payanda duvarları ile desteklenerek düzlenmiş bir zemin üzerine oturtulan cami, dıştan 12,00 x 12,00 m. ölçülerindedir. 1,30 m. kalınlığındaki beden duvarları altta beyaz, üstte kahverengi kesme taşla örülmüştür. Tek mekandan oluşan harimi, tromplar ve sekizgen kasnak üzerine oturan 8,00 m. çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbe kasnağında dört pencere açılmıştır.
Harime kuzey cephesi ekseninde bulunan bir kapıdan girilmektedir. Dikdörtgen formlu ve düz atkı taşlı kapı iki kademeli yuvarlak kemerle kuşatılmıştır. Dış kemer, içte altlıkları belirlenmiş sütuncelerle bütünleşen burmalı kemer; dışta yüzeysel mukarnas dişlerini hatırlatan bir süsleme şeridi ile bezenmiştir. Kemer alınlığında kartuşkar içine yazılmış ve etrafı rozetlerle süslenmiş yedi satırlık Arapça kitabesi bulunmaktadır. Kapının tam karşısında yer alan yarım daire kesitli mihrabı düz ve süslemesizdir. Son onarımda mihrap nişi ileri doğru derinleştirilmiştir. Minberi, mahfili ve minaresi bulunmayan camii sade ve süslemesiz bir yapıya sahiptir.
ZERNEK ZAVİYESİ
Zernek Caminin kuzeydoğusunda, köy evleri arasında bulunan zaviyenin 17. yüzyılda Zernek’in kuruluşu sırasında yapıldığı sanılmaktadır. Rus işgalinde zarar gören yapı bugünde
harap durumdadır.
Kayalık üzerinde düzlenmiş bir zemin üzerine oturtulan ve doğu-batı doğrultusunda uzanan zaviye, iki bölümden oluşmaktadır. İçten 8,90 x 9,10 m. ölçülerinde kareye yakın bir mescit ile 3,30 x 9,00 m. ölçülerinde bir giriş kısmından oluşmaktadır. Günümüzde bakımsız haldedir.
Giriş bölümü temel taşlarına kadar yıkılmıştır. Mescit kısmına kuzey cephenin doğu köşesi yakınına açılan üzeri ahşapla kapatılmış bir kapıdan girilmektedir. Mescidin de kuzey duvarı dışındaki kısımları ile örtüsü tamamen yıkılmıştır. Kiriş yuvalarından yapının ahşap hatıllı düz dam şeklinde örtüldüğü anlaşılmaktadır. İleri yaştaki Zernekli’lerin verdiği bilgiye göre Zernek Camii yapıldıktan sonra bu mescid ikinci planda kaldığından Zernek Emir’i Beşaret Bey’in vasiyeti üzerine burasının bir bölümü türbe haline getirilmiştir. Yapının kuzey duvarına açılan bir niş içindeki mezarın Beşaret Bey’e ait olduğu söylenmektedir. Bu bölümde, girişin doğusunda iki, kuzey duvarında da bir niş mevcuttur.
Ortada ki kapıdan geçilen mescidin ön bölümünde ise kıble duvarında mihrap, sağında küçük bir niş ve üstte bir mazgal pencere; doğu ve batı duvarlarında birer pencere, sonradan yapılan duvarda da bir ocak nişi yer almaktadır.
Yapı moloz taşla örülmüş, kapı ve pencere sövelerinde nispeten düzgün taş kullanılmıştır. İç mekan Zernek’teki bu tarihlerde yapılmış tüm yapılarda olduğu gibi saman katkılı çamurla sıvanmıştır.
HOGEACVANK (MERYEM ANA) MANASTIRI
Manastır, Gürpınar İlçesi’nin 31 km. güneydoğusunda yer alan Kırkgeçit (Kasrik) Köyü’nün batısındaki Kuş Dağları’nın (Vaviran–3.000 m.) kuzeydoğu bitiminde bulunmaktadır. Kırkgeçit (Kasrik) Deresi’nin Çataksuyu Çayı’na (Norduz Çayı) karıştığı yerdeki bir tabya üzerinde kurulmuştur. Yapılara ulaşım, Kırkgeçit Köyü’nün 18 km. güneyindeki bugün boşaltılmış olan ve Yeltepe Tepesi’nin (3.162 m.) kuzeyindeki Özlüce (Araz) Köyü’nden sonra Çataksuyu Çayı boyunca yapılan iki saatlik zorlu bir yürüyüşle sağlanabilmektedir.
Der Meryem (Dira Meryem) olarak anılan manastırın kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Tarihi bilgilere dayanarak manastırın IX. yy.’ın sonundan önce kurulduğu kabul edilmektedir. Burada bulunan Meryem ikonu sayesinde manastır XI. yy.’da büyük bir üne kavuşmuştur. Tarihçilerin verdiği bilgiler ve burada yazılan el yazma kitapların tespit edilmesi, manastırda XIV-XVI. yy. arasında eğitim ve el yazma kitap üretim etkinliğinin olduğunu göstermektedir.
XVIII. yy. başında sebebini bilmediğimiz bir nedenle manastırın kubbeleri çökmüş ve duvarları tahrip olmuştur. Ecmiadzin Katogikosu II. Abraham’ın 1730 tarihindeki girişim ve teşvikleri sonucunda manastır büyük bir tamirat geçirmiştir. 1765 tarihine kadar devam eden inşaat faaliyetleri sırasında temel seviyesinden itibaren Vierge Marie Kilisesi ile birlikte jamatun, çevre duvarı ve bir çok ek mekan yeni baştan inşa edilmiştir. XIX. yy. boyunca Meryem ikonundan dolayı çok sık ziyaret edilen manastır, bölgede meydana gelen 1895 Ermeni isyanları sırasında hasar görmüş ve 1915 yılında terk edilmiştir.
Günümüze gelebilen yapılar, XVIII. yy.’ın ikinci yarısına aittir.
Yapılar, düz bir arazi üzerinde inşa edilmişlerdir. Manastır kompleksi, 44.00 x 46.00 m. ölçülerindeki 1.00 m. duvar kalınlığına, 7.00-8.00 m yüksekliğe sahip olan ve köşelerinde 3.50 m. çapında yuvarlak kuleleri bulunan sur görünümündeki bir çevre duvarının içinde oluşturulmuştur. Manastıra tek giriş, çevre duvarının güney cephesinin ortasında açılan kapıdan sağlanmıştır. Çevre duvarının içinde, ana kompleksten ayrı olarak güney duvarına bitişik olarak kapının iki yanında yapılmış olan dikdörtgen planlı kiler, ahır ve küçük hücreler bulunmaktadır. Ana kompleks, çevre duvarının kuzeybatı köşesine toplanmıştır. Güney cephedeki tek kapıdan geçilen bu kompleks, birbirine dehlizlerle bağlanmış değişik
büyüklükteki 22 oda, bu odaların doğusunda yer alan bir jamatun ve jamatunun planını
tekrarlayan salon ile jamatundan geçilen en doğudaki Vierge Marie’ye (Kutsal Bakire Meryem) ithaf edilen bir kiliseden oluşmaktadır. Kilisenin batı hariç üç yönünde yapı inşa edilmeyerek büyük bir kilise avlusu oluşturulmuş ve bu avlu, güneydeki giriş avlusu ile birbirinden kalın bir duvarla ayrılmıştır.
Günümüzde manastırın çevre duvarı kısmi yıkılmalara rağmen iyi durumdadır. Güney çevre duvarına bitişik olarak yapılmış ilk grup yapılar olan kiler, ahır ve hücreler ile iki avluyu birbirinden ayıran kalın duvar tamamen yıkılmıştır. Ana kompleksin odalarının üst örtüleri ve duvarları yer yer çökmüştür. Kilisenin kubbesi yarıya kadar yıkılmıştır. Jamatunun kuzeyindeki salonun kuzey ve batı yönlerindeki duvarları ile birlikte kubbesi büyük onanda yıkılmış olup, bu yıkıntılar zemini doldurmuştur.
Kilise ile jamatunun batısına eklemlenmiş oda ve hücrelerin zemini, kısmen üst örtülerinin çökmesi ve yaylacılar tarafından uzun süre barınak ve ağıl olarak kullanılmaları nedeniyle oldukça yükselmiştir. Ek mekanların zemininin, bazı kısımlarda kapı üst seviyesine kadar dolması nedeniyle günümüzde bazı odalara girme imkanı bulunmamaktadır. Girilebilen mekanlara ise yıkılan kısımlardan veya kapı üst boşluklarından sürünerek geçilebilmektedir. Bugün en sağlam durumda olan yapılar, kilise ve onun jamatunudur.
MARİNOS MANASTIRI
Gürpınar’ın 6 km. batısındaki Arkboyu Köyü’nün 2 km. yukarısında Cadıtaşmış Dağı yamacında bulunmaktadır. Thierry’in araştırmalarıyla tanıtılan manastırın 19. yüzyılda üç yüz rahibenin barındığı önemli bir merkez olduğu belirtilmektedir.
Terk edildikten sonra önemli ölçüde harap olan manastırın, etrafı yüksek bir avlu duvarı ile çevrilmiş değişik tip ve boyuttaki hizmet odaları ile doğusunda aynı adla bilinen bir kilise bulunmaktadır.
Kilise, yörede nadir görülen Yunan Haçı plan şamasında inşa edilmiştir. Apsisi dışa taşıntı yapmayan dikdörtgen planlı kilisenin girişinde çifte narteks mevcuttur. Orta mekanı (naos) örten kubbenin dört yanında haçın kollarını oluşturan beşik tonozlar yer almaktadır. Haçın doğu kolu uzatılarak apsis önünde bema bölümü oluşturulmuş yuvarlak bir planlı apsis üzerindeki mazgal pencere ile iç mekan aydınlatılmıştır. Apsisin iki yanında yine doğu cephesine açılmış birer mazgal penceresi bulunan pastophorion hücreleri bulunmaktadır. Yüksek kasnaklı kubbenin ortası yıkılmıştır. Ayrıca keme taşla yapılan kilisenin duvarında derin çatlaklar oluşmuştur.
Avluya açılan dış narteksin batı cephesinde büyük bir pencere ile tonoz seviyesinde çan kulesine işaret eden duvar ve ayak izleri mevcuttur.
HASAN BEY MEDRESESİ
Van-Hakkari Karayolu’nun Van’da Hoşap girişinin kuzeyinde mezarlık içerisinde yer almaktadır. Medrese’nin yapımıyla ilgili bir kitabesi bulunmaktadır. Kitabeden medresenin Ivaz Bey’in oğlu Hasan Bey tarafından 971 (1563) tarihinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Türbe de 1585’den sonra Hasan Bey’in oğlu Şir Bey tarafından yaptırılmış olmalıdır.
Medrese, güneybatısına eklenen türbe ile kompleks bir yapı oluşturmaktadır. Avlunun doğu ve batısına medrese hücreleri, güneyine mescid, güneybatısına da türbe yerleştirilmiştir.
Medresenin avlusu kuzeyden 8.45 m., güneyden 8.75 m., doğudan 16.30 m. ve batıdan 16.85 m. uzunluğunda kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgene yakın bir alan oluşturmaktadır. Avlu kuzeyden 1.10 m. kalınlığında kesme taştan yapılmış bir duvarla çevrilmiştir. Bu duvarın ortasından düzgün taş söveli bir kapıdan avluya girilmektedir. Duvarın ve kapının üst kısımları yıkılmış durumdadır. Avlunun kuzeybatı köşesine açılmış kuyudan su ihtiyacı karşılanmaktadır.
Avlunun güneyine mescit, doğusuna beş, batısına dört adet hücre yerleştirilmiştir.
Güneybatısına da türbe eklenmiştir. Güneydeki mescit eksende yer almasına rağmen hücreler asimetrik bir şekilde sıralanmışlardır.
Medresenin batı kanadındaki dört hücre bir birine eşit büyüklükte ve 3.40 x 3.50 m. ölçülerindedir. Hücre kapıları dıştan düzgün kesme taş söveli ve basık kemerlidir. Hücre kapı sövelerinin üst kısımlarıyla beşik tonozların doğu tarafları yıkılmıştır. Hücrelerde ocak nişine yer verilmemiştir. Yalnız ikinci hücrenin pencere tabanında yuvarlak şekilde sonlanan bir yarık ocak yeri olarak kullanılmıştır. Kalan izlerden duvarların sıva ile kaplı olduğu anlaşılmaktadır.
Medresenin doğu kanadında beş hücre yer almaktadır. Kuzey taraftaki birinci hücre 5.30 x 3.60 m. ölçülerinde, kuzey-güney doğrultusunda beşik tonozla örtülmüştür. Bu hücreye avludan ve kuzeyden girişi sağlayan iki kapı bulunmaktadır. Kapıların 0.80 m. genişliğindeki açıklıkları sivri kemerlerle kapatılmıştır. Kuzey duvarı kapıdan sonrası yıkıldığı için bugünkü pencere asıl durumu yansıtmamaktadır. Çünkü pencere, tonoz seviyesine kadar devam eden 1.00 m. genişliğinde açıklık şeklindedir. Hücrenin doğu duvarına iki dolap nişi açılmıştır. Duvarlarında sıva izleri bulunmaktadır.
Mescit, avlunun güneyinde eksende yer almaktadır. Güney cephede dışa beş köşeli bir taşıntı yapmaktadır. 7.00 x 5.60 m. ölçülerinde, kuzey güney doğrultusunda beşik tonozla örtülmüştür. Güney taraftaki taşıntı da ters ve düz üçgen yüzeylerle örtülmüştür. Mescide avludan düz atkı taşlı bir kapıyla girilmektedir. Dışa taşıntı yapan güneydeki orta ve yan yüzeylere birer mazgal pencere açılmıştır. Mescidin güneybatı köşesine yüzeysel bir mihrap yerleştirilmiştir. Buranında duvarlarının kalan izlerden sıva ile kaplı olduğu anlaşılmaktadır.
Türbe batı tarafta medrese cephesinden 2.70 m. taşıntı yapmaktadır. Güney ve batı duvarları dışında kalan kısımları medreseyle birleşmiştir. Dıştan, 8.32 x 8.32 m. ölçülerinde kare planlı türbenin üzeri kubbe ile örtülmüştür. Türbeye avludan doğu duvarının kuzey köşesine kaydırılmış bir kapıyla girilmektedir.
Tek katlı olarak düzenlenmiş türbe, 1.00 m. kalınlığındaki duvarlarıyla içeriye de kare planlı olarak yansıtılmıştır. Kare planlı iç mekandan kubbeye geçişi aslan göğsü tabir edilen bingiler sağlamaktadır. Bu bingiler köşelerde “L” biçiminde ayaklara oturan sivri kemerlerle oluşturulmuştur. Bu 0.25 m. derinliğindeki sivri kemerler iki renkli kesme taşlarla örülmüştür. Kuzey ve batı yüzdeki kemer üst kısımları yıkılmıştır.
Düzgün kesme taş kaplamalı güney ve batı cephelerinin ortalarına birer pencere açılmıştır. Pencereler sivri kemerle son bulan ve içleri geometrik geçmelerle doldurulmuş bir çerçeve içerisine alınmıştır. Kaval silmelerden oluşan çerçeve kemer başlangıcından itibaren ters”U” şeklinde pencereyi üstten kuşatmaktadır. Ayrıca düz atkı taşlı pencere açıklığı dört yönden silmelerle çerçevelenmiştir. Dış çerçeve ve kemerlerdeki geometrik süslemeler, eşkenar dörtgenlerin yatay ve dikey bölünmesiyle oluşturulmuş sekizgen, altıgen ve dikdörtgenlerden meydana gelmektedir. Ayrıca köşelerdeki pahlanmalar da cepheleri yumuşatmaktadır.
EVLİYA BEY MEDRESESİ
Medrese, Hoşap’ın merkezinde, Gevirhan Mezarlığı’nın doğu tarafında yer almaktadır. Medresenin güneyinde Süleyman Bey Kümbeti bulunmaktadır.
Bugün mevcut olmayan bir kitabeden başka, yapıyı tarihlemede yardımcı olacak tarihi belge veya vakfiye bulunamamıştır. Kitabede tarih yoktur. Yalnız medreseyi Mahmudi Evliya Bey’in yaptırdığı anlaşılmaktadır. Evliya Bey’in yaşadığı döneme bakarak medrese, XVII. yy. III. çeyreği içinde yapıldığı tahmin edilmektedir.
Medrese, dıştan 20.50 x 19.50 m. ölçülerinde bir alana oturmaktadır. Yapı, avlunun doğu ve batısına yerleştirilen hücrelerle güneyindeki sekizgen planlı mescid ve bunun doğusunda yanyana iki oda meydana getirmiştir.
Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı avlu, 13.80 x 4.70 m. ölçülerindedir.
Avluya kuzey cephenin ortasından ve güney taraftan birer kapı ile girilmektedir. Kuzeyde avlu duvarı yıkılmış olduğundan kapının durumu belirlenememiştir. Güney duvarında mescidin batısındaki kapı, içten düz atkı taşlı, dıştan sivri kemerlerle çevrilidir. Medrese hücreleri, mescit güneydoğu köşedeki koridor doğrudan avluya açılmaktadır. Avlunun kuzeydoğu köşesine 1.50 m. genişliğinde, dama çıkışı sağlayan 6 basamağı sağlam üst kısmı yıkılmış bir merdiven yerleştirilmiştir.
Yapının genelinde kullanılan moloz taş duvar örgüsü cephelerde de görülmektedir. Doğu cephesine ilave edilen bölümün ne amaçla yapıldığı bilinmemektedir. Duvarlar, moloz taşlarla örülmüş, bazı kısımlarında ahşap hatıllar kullanılmıştır. Yapı, oldukça yalın olup, süsleme yoktur.
Medrese, yıkılmış iken 1992 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından içi ve çevresi temizlettirilerek mevcut kısımları ortaya çıkarılmıştır. Restorasyonu devam etmektedir.
HOŞAP BEY HANI
Hoşap’ın merkezinde dükkanların gerisinde yer almaktadır. Mahmudi Beyleri tarafından 16.-17. yüzyıl içerisinde yapılmış olduğu kabul edilmektedir.
Kuzeyden dükkanlarla cephesi kapatılmış olan hanın, diğer kısımları da büyük ölçüde toprak altında kalmıştır. Dikdörtgen planlı yapı, kuzey-güney istikametinde uzanan dört sahından meydana gelmiştir. Sahınlar birbirinden sivri kemerlerle ayrılmış olup, üzerleri beşik tonozlarla örtülmüştür. Dıştan düz toprak dam kaplı han, günümüzde özel mülkiyet olup, ahır olarak kullanılmaktadır.
SÜLEYMAN BEY KÜMBETİ
Hoşap’da Gevirhan Mezarlığı’nın güneydoğusunda bulunmaktadır. Kaleyi yaptıran Süleyman Bey için XVII. yüzyıl. ortalarında yaptırıldığı tahmin edilmektedir.
Eğimli bir arazide kurulmuş yapı, kuzeyden kare bir kaide ile yükseltilmiştir. Tek katlı, dıştan sekizgen, içten daire planlı kümbet, düzgün kesme taş malzeme ile inşa edilmiştir. Üst örtüyü teşkil eden dıştaki külahın tamamı, içteki kubbenin ise, yarısına yakın kısmı yıkılmıştır. Kuzey cephedeki kapı, dıştan mukarnaslı, içten geometrik geçmeli bir çerçeve içerisine alınmıştır. Sivri kemer alınlıklı bir düzenleme göstermektedir. Diğer üç yöne farklı formlarda pencereler açılmıştır. Vakıflar Bitlis Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.
EVLİYA BEY KÖPRÜSÜ
Hoşap’ın merkezinde, bugünkü Van-Hakkari karayolunun hemen kuzeyinde kalmaktadır. Hoşap suyunun üzerinde kalenin güney tarafında yer almaktadır. Mansab yönündeki iki kitabeden köprünün 1082 (1671)’de Evliya Bey tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Suyun üzerinde kuzey-güney istikametinde uzanmakta olup, üç gözlü, yolunun düz olduğu köprüler grubuna girmektedir. Sivri kemerli açıklık şeklinde düzenlenmiş olan gözlerden ortadaki daha geniş tutulmuştur. Tamamında iki renkli düzgün kesme taş malzeme kullanılmıştır. Kitabeler, köprüdeki tek süsleyici unsuru teşkil etmektedir. Halen faal olan köprünün onarıma yapılmıştır.
KIRK DEĞİRMENLER:
Kırk değirmenler Van ili Gürpınar ilçe merkezine 2 km uzaklıkta bulunan değirmen düzü mahallesinde bulunmaktadır. Değirmenler menua (Semiramis) adlı Urartu kralı tarafından şamran kanalları ile birlikte inşa edildiği söylenmektedir. Gürpınar ilçesine Yukarı Kaymaz Mahallesi Başbulak mevkiinde çıkan suyu 3 km kanallar yaparak değirmenleri çalıştırmışlardır. Yöre Osmanlı İmparatorluğunun hâkimiyetine geçtikten sonra yörede
yaşayan Müslüman ve Ermeniler ortak olarak değrmenleri çalıştırmışlardır. Cumhuriyet döneminde bu değirmenler tamamen yörede yaşayan Müslüman Türkler tarafından günümüze kadar işletilmektedir. Kırk değirmenler Van ve tüm ilçelerinin buğday öğütme merkezi halindeydi. Kırk değirmenler adeta kırk büyük fabrikayı andırmaktaydı. Başbulaktan çıkan suyun 1986 yılından Van`a içme suyu olarak getirilmesinden sonra suyun yetersizliğinden dolayı değirmenlerin büyük çoğunluğu faaliyette bulunamamıştır.
Büyük kanallarla getirilen su sifonlara (sip) akıtılarak suya hız kazandırıp değirmen taşlarının altında bulunan çarkı döndürerek taşın dönmesini sağlar. Değirmen taşları büyük kaya parçalarının oyulması sonucu yapılmaktadır. İlçe için tarih ve kültür mirası durumunda bulunan değirmenler, birçok yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilmektedir.
BÜKEÇ KÖYÜ
Kanisor yaylasında ve dağ eteklerinde birçok irili ufaklı mağara bulunmaktadır. Hazine adlı mağara iki katlı olup insanlar tarafından yapıldığı bilinmektedir.
KELEDİZ KALESİ
İlçeye uzaklığı 4 Km. dir Kalıntı ve mağaraları vardır. Karahisar Kalesi Topsakal Köyü ile Özal İlçesi Karahisar Köyü sınırındadır. Görünüşü heybetlidir.
Çalyan Gölü 2 bin 921 rakımlı Doğu Anadolu bölgesinde yer almakta olup, Van iline bağlıdır. Çalyan Gölü bağlı olduğu Van iline 80 kilometre mesafe uzaklıktadır.Çalyan Gölü haritası konumu 37.7848 enlem ve 43.3888 boylam olarak haritada gösterilmektedir.
Kaynak: Gürpınar Belediyesi Web Sitesi
Leave a reply